29 Mart 2015 Pazar

BANGKOK

    Güney Asya’ ya, adına şarkılar yazılmış, Budizm’in başkenti, bambaşka bir kültür keşfetmeye Bangkok’ a gidiyoruz. Gitmek için tropikal bir iklime sahip olduğundan, yağış olmayan ve sezonun yavaş yavaş başladığı Aralık ayını seçiyoruz.

    THY ile direkt İstanbul’dan 8,5 saat süren çok rahat bir yolculukla Tayca resmi dilinde Krung Thep Mahanakhon Amon Rattanakosin Mahinthara Yuthaya Mahadilok Phop Noppharat Ratchathani Burirom Udomratchaniwet Mahasathan Amon Piman Awatan Sathit Sakkathattiya Witsanukam Prasit’ a yani kısacası Bankok’ a varıyoruz :) Halk arasında ise Bangkok “Melekler Şehri” demekmiş, fakat ismi kadar masum bir yer olduğunu pek düşünmüyoruz.

    Bangkok ülkemizden vize istemiyor, uçakta dağıtılan İmmigration Kartı’ nı doldurup, pasaport kontrolünden de çok rahat geçerek ülkeye resmi olarak ayak basıyoruz. Havalimanından taksi için para bozduruyoruz, para birimleri Tayland Bahtı (100 Baht- 7,5 TL) Havalimanından çıkar çıkmaz sıcak ve nemli hava ile dört gün boyunca burnumuzun direğini sızlatacak o meşhur pis Bangkok kokusuyla da tanışıyoruz.

     Şehre, kalacağımız otele gitmek için taksiye biniyoruz, pazarlığımızı yapıp kalacağımız yere 400 bahta (30 TL) gidiyoruz. Otelimizi gitmeden bir hafta önce Booking’ den şehrin en hareketli bölgesi olan Sukhumvit’ ten seçmiştik. Hem lokasyon olarak hem de rahatlık olarak kaldığımız otel Galleria Sukhumvit 10 ‘u rahatlıkla öneriyoruz.

     Yolculuğumuz ne kadar rahat geçse de aramızdaki 5 saatten dolayı Jet-lag ‘ın etkisini yavaş yavaş görmeye başlıyoruz. Otelimize yerleşip, biraz dinlendikten sonra kaldığımız bölgeyi keşfetmeye çıkıyoruz. Sukhumvit, iş merkezlerin, lüks otellerin, dünyaca ünlü markaların yer aldığı AVM’lerin bulunduğu Bangkok’ un merkezi yerlerinden biri. Metro yerin dibinden değil şehrin tepesinden geçen Havaray (BTS Sky Train) ile ulaşım her yere sağlanıyor.





     Bulunduğumuz yer merkezi bir yer olunca ilk günümüzü burada geçirmeye karar veriyoruz. Hafta içi olmasına rağmen her yerin kapalı ve bomboş olduğunu görünce önce bir şaşırıyor sonra o günün yani 5 Aralık'ın ülke kralının doğum günü olduğunu öğreniyoruz. Üstüne bi de kralın doğum gününü babalar günü olarak da kutluyorlar. Daha önce Güney Afrika’ da ki halkın Mandela sevgisi gözlerimizi kamaştırmıştı ama Taylandlıların krala olan sevgisini görünce ne kadar argo şaşkınlık kelimesi varsa kullanıyor oha, çüş vs. diyoruz. İş merkezlerinin, otellerin, evlerin hepsinin önünde varaklı çerçevelerin içinde kralın resimleri, yanında kralın sarı bayrağı ile ülkenin bayrağı yan yana yer alıyor. Kralın en sevdiği renk sarı olduğu için herkes sarı giyinmiş ve akşam olunca tüm ülke ellerinde mumlar hep bir ağızdan kral için şarkılar söylüyor, doğum gününü kutluyor. Bizde nasıl olduğunu anlamadık ama elimizde mumlarla bu sevgi gösterisinde yerimizi alıyoruz.








     Bizi şaşırtan ve bir o kadar da tiksindiren ilk şey şehrin hemen hemen her yerinde karşımıza çıkan seyyar yemek arabaları oluyor. Bangkoklular uyku dışında tüm saatlerini çalışarak geçirdikleri için yemek ihtiyaçlarını bu seyyar arabalardan karşılıyorlarmış. Yemek olarak buldukları her şeyi palmiye ağacından çıkarılan palm yağında kızartarak yapıyorlar ve yağın kokusu o kadar ağır ki tüm şehir artık bu koku ile özdeşmiş durumda. Gezimizde bizi en zorlayan şey şehrin ağır kokusu ve yemekler oluyor. 4 gün boyunca Mc Donalds ‘ı bol bol ziyaret etmek zorunda kalıyoruz.

     İlk akşam meşhur tuk tuklara binip barların ve gece pazarının bulunduğu Patong’ a gidiyoruz. Burada Eminönü’ de ki işportacı tezgahlarının aynısıyla karşılaşıyoruz:) Daha sonra şans eseri otelimizin arka sokağında bulunan gece hayatının sabaha kadar sürdüğü Nana caddesini keşfediyoruz.


  


                                                   Barlar Sokağı- NANA CADDESİ


     Bangkok’ ta kendi halkından çok yaş ortalaması 70, Avrupa ve Amerikalı turistler ile karşılaşıyoruz. Hepsi hayatlarının son baharını yaşamak için burayı tercih eden dedelerden oluşuyor:) Bangkok’ da sex ve gece hayatı şehrin olmazsa olmazlarından, bu yüzden turist potansiyeli inanılmaz yüksek. İlk başta çok garip gelse de bir süre sonra gördüklerinize alışmaya başlıyorsunuz. Hayat kadınlığı burada bir meslek olarak yapılmakta ve ülke turizmine inanılmaz bir katkı sağladığı için saygı bile gördükleri söylenebilir. Her gece geç saatlere kadar dışarıda kalmamıza rağmen ne bir kavga ile ne de her hangi bir olayla karşılaşıyoruz. Yasalarının ağır ve inançlarının Budizm olması sayesinde dünyada ki en güvenli şehirlerinin başında geliyormuş ve sanırız Melekler Şehri ismi de buradan geliyor :)

     İkinci gün tüm gün bizi gezdirmesi için bir taksi ile anlaşıyoruz. İlk durağımız şehrin 80-90 km dışındaki Yüzen Pazar ( Floating Market ) oluyor. Dar ve pis bir nehrin üzerinde kano ile yaklaşık 1,5-2 saat gezinti yapıyoruz. Nehrin kenarlarında ve kanoların üzerinde daha çok Taylandlı teyzeler ellerinde ne varsa satmaya çalışıyorlar. Biblolar, oyuncaklar, şapkalar, envai çeşit meyveler adı gibi işte bildiğiniz yüzen pazar burası :) Diğer yerlere göre fiyatlar yüksek ama yapmanız gereken tek şey PAZARLIK !!! 1000 baht denilen bir şeyi çok rahat 300 bahta alabiliyorsunuz. Nehirde pazardan başka Taylandlıların yaşadıkları barakaları da görüyoruz. Pislik ve sefalet had safhada ama bu insanların suratları hep gülüyor :)


                 




























                                                   Yüzen Pazar'da ilk tapınak ziyareti


     Yüzen Pazar turumuzu bitirdikten sonra buraya 1,5-2 saat uzaklıkta ki Kanchanaburi’ ye Kaplan Tapınağı’ na gidiyoruz. Şortla olduğum için kıyafetimi kabul etmiyorlar, hemen oradan yöresel pantolonlarından alıp, giyip içeri giriyoruz. İlk başta bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Biz kocaman bir tapınak, etrafta keşifler, kaplanlar filan beklerken basit bir hayvanat bahçesi ile karşılaşıyoruz. Birkaç kafesin içinde kaplan gördükten sonra bu kadar yolu bunun için mi geldik diye söylenirken sevimli kaplan kardeşlerimiz olduğu yeri buluyoruz. Valla öyle bir ortam yapmışlar ki cennetten ufak bir yerin kopyası gibiydi. Tabi önce bir büyüleniyorsunuz sonrasında bilmem kaç kilo ağırlığında ki kaplanlarla resim çektirmek için gerim gerim geriliyorsunuz. Çiftseniz sizi tek tek içeri alıyorlar, iki görevli size tüm kaplanları gezdiriyor biri kolunuzdan tutuyor diğeri resimlerinizi çekiyor, kocanızda tellerin arkasından sizi izliyor, kaplanlar bizim hanımı ham yapacak mı diye :) Kocaman olmasa da küçük bir tapınakta görüyoruz, keşifler burada kaplanlarla ayin tarzı bir şeyler yapıyorlarmış, kanlı canlı izleyemesek de youtube dan videolarını izliyoruz. Tam kapıdan çıkarken genç bir keşişle karşılaşıyoruz ben hemen foto foto diye atlıyorum, ben yanaşıyorum keşiş uzaklaşıyor, ben yanaşıyorum keşiş uzaklaşıyor halimi gören biri uyarıyor bayanlara yaklaşmıyorlarmış ve dokunmak yasakmış, yani kısacası bizde ki abdest bozulması durumu :) Ve 3 saatlik bir yolculukla şehre geri dönüyoruz. Evet yorucu bir gün oluyor ama her dakikasına da değiyor.


                       


                       











                       
                       

     3. günümüzde Rattanakosin bölgesine gidiyoruz. Önce şehrin tam ortasından geçen Chao Praya Nehri’ nde tekne gezintisine çıkıyoruz. İlk bakışta nehirden ihtişamlı görünen şehir, kanallara doğru gittikçe yerini pisliğe ve sefalete bırakıyor. Taylandlıların direklerin üzerine inşa ettikleri evlerini, yaşamlarını gözlemliyoruz. Günlük su ihtiyaçlarını bu pis ve bulanık nehirden karşılayan Taylandlıların bağışıklık sistemlerini düşününce Budaları yardımcı olsun demekten başka söz bulamıyoruz. Yüzlerce kanaldan oluşan, lağım kokusu ve nehrin pis suları eşliğinde 1 saatte yakın çakma Venedik nehir turumuzu Grand Place’ nin önünde tamamlıyoruz.


                  




















     Rattanakosin bölgesini bizde ki tarihi yarımada gibi düşünün, hatta bildiğiniz Sultanahmet Meydanı :) . Grand Palace (Tayland Kraliyet Sarayı )-Topkapı Sarayı hemen yanında Wat Pho (Yatan Buda ) ve Wat Phra Kaew (Zümrüt Budha Tapınağı) –Ayasofya Cami tekne ile nehrin karşısında da Wat Arun ( Şafak Tapınağı ) – burası da Sultanahmet Camisi olsun :)


     İlk durağımız Grand Palace oluyor, önü ana baba günü bir görevli bize kapalı olduğunu söylüyor. Daha önce okuyup çok iyi bilmemize rağmen yanımıza gelen tuk tukçuya kanıp bizi gezdirmesi için anlaşıyoruz. İlk başta buraya 10 dk mesafede Ayakta Buda Heykeli’ne gidiyoruz. Heykel 32 m yükseklikte, 10 m genişlikte. Adet yerini bulsun bir iki poz alıp verdikten sonra tuk tukumuza binip bu sefer yan gelip yatan Buda’ya gitmeye hazırlanıyoruz. Ve yolda anlıyoruz ki okuduğumuz ama yok canım bizim başımıza gelmez denilen tuk tuk macerasının içindeyiz.   Adamların dolandırma ( buradaki dolandırma kelimesi para olarak değil şehri dolanma anlamında kullanılmıştır :)) sistemi şu, Grand Place’ nin önündeki görevli görünümlü kişi size sarayın kapalı olduğunu ve diğer yerleri gezmek için tuk tuka binmenizi söylüyor. Bindiğiniz tuk tuk önce sizi ayakta duran Budaya götürüp sonra başlıyor terzisiymiş, lokantasıymış yolu uzattıkça uzatıyor, her götürdüğü yerden de komisyon alıyormuş. Allah’tan baştan durumu çakan biz, bizi hemen Saray’ın oraya götürmesini, yoksa polise şikayet edeceğimizi söyleyerek, kurtulabiliyoruz. İşin komiği gezeceğimiz yerlerin hepsi yan yana inşa edilmiş, hepsi birbirine 1-2 dk yürüme mesafesinde sadece nehrin karşısında ki Wat Arun’ a gitmek için tekneye biniyorsunuz o kadar.


                        
                                                                  Ayakta Buda


     1 saatlik rötar ile tarihi gezintimize başlıyoruz. Gerçekten de Kraliyet ailesi sarayda olması sebebi ile Grand Palace ziyarete kapalıymış. Sonraki durağımız Wat Pho ( Yatan Buda Tapınağı ) oluyor. Bu arada Wat kelimesi Tayça Tapınak demekmiş. Yatan Buda, Bangkok’ un en çok merak edilen ve görülmesi gereken tapınaklarından bir tanesi. İçeriye camiye girer gibi giriyorsunuz, kıyafetiniz tebdili olmalı, ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz, tek fark başörtü yok. Altın varak kaplı 46 m uzunluğunda, 15 m yüksekliğindeki heykel, Buda’ nın Nirvana’ ya ulaşmasını temsil etmekteymiş. Yani her türlü istek, duygu ve tutkudan arınıp, ben olmaktan çıkıp yüksek ruha ulaşmakmış. Heykelin ayakları 3 m yükseklik, 5 m uzunlukta olup, tabanlarına sedef taşlarla 108 sembol işlenmiş. Şimdi burada bir duralım Lost dizisini soluksuz izleyenler çok iyi bilir ki özellikle ilk 3 sezon boyunca 108 sayısıyla yattık, kalktık ama hiçbir sonuca ulaşamadık. Taylandlılar için 108 sayısı çok uğurlu bir sayıymış, ama neden uğurludur niçin uğurludur bu da Lost dizisinde ki gibi muamma !..Heykelin ayak ucundan başlayıp çıkışa kadar yine 108 tane kase dizili, bunların içine tek tek bozuk para atıyor, dilek tutuyorsunuz sonra da dileğiniz gerçekleşiyor :) Yatan Buda Tapınağı’ nın içinde Tayland’ ın ilk üniversitesi de bulunmaktadır. Thai masajının eğitimi de burada verilmekte ve ülkede ki en iyi masajları burada yapılmaktaymış.














                       


                       





                       


     Zümrüt Buda Tapınağı’nı da gezdikten sonra tekne ile nehrin karşısında bulunan Wat Arun’ a geçiyoruz. Tapınağın dışı renkli seramik ve porselen ile kaplı olup ihtişam ve işçilik on numara on yıldız. Bu kadar porseleni nerden buldular diye düşünürken, öğreniyoruz ki Çin’den gelip buradan mal götüren gemiler, gelirken geminin belli bir ağırlığa sahip olması için Çin’den yükledikleri kırık porselenler ile inşa edilmiş. Tapınak 5 kuleden oluşuyor ve her bir kulenin Budist inanışına göre hikayeleri varmış.





                       



                                         Wat Arun Tapınağına Keşişlerle Yolculuk :)


                       


     Sıcak havaya, pis nehir turuna ve dolandırıcı tuk tukçulara inat hem egzotik, hem keyifli hem öğretici harika bir tarih gezintimizi başarıyla tamamlayıp yorgun argın ama mutlu otelimize dönüyoruz.

     Bangkok’ta ki son günümüzü ünlü AVM’ lerin bulunduğu Siam Square bölgesine ayırıp serbest gün ilan ediyoruz. Bakıyoruz gideceğimiz yer sadece iki durak hadi Havaray’a binelim diyoruz. Bu arada eğer çift iseniz ulaşım taksi ile çok ucuz ama yine de binmeden önce pazarlığınızı yapın deriz.
     Şehrin üstünden trenle gitmek keyifli oluyor. İlk durağımız herkesin dillendirdiği MKB, içeri girince görüyoruz ki buranında Doğu Bank’ tan hiçbir farkı yok, tek fark kalitesiz çanta ve giyimde var o kadar. Kısa bir tur atıp hemen karşısında ki Bangkok’ un Akmerkezi sayılan Siam Paragon’ a geçiyoruz. Burası aklınıza gelebilecek dünyaca ünlü tüm marka mağazalarının yanı sıra en ünlü araba galerilerinin bulunduğu Güney Asya’nın en büyük alışveriş merkezi. Birkaç saat gezip, yemeğimizi yedikten sonra yürüme olarak otelimizin yolunu tutuyoruz. Yolda gözümüze kestirdiğimiz Thai masaj solunun da 1 saat ayak masajımızı yaptırıp keyfimiz yerinde otelimize dönüp yarın ki Phuket yolculuğumuz için hazırlanıyoruz.







                             



Lüzumlu Bilgiler:


1-Trafik sağdan akıyor, İstanbul’da ki kadar olmasa da şehirde trafik var. En sinir bozucu kısmı ise trafik lambaları çok uzun sürüyor. 5 dk yeşil ışığın yanmasına şahit olmuşluğumuz vardır.

2-Trafikte hiç lüks araba görmüyoruz. Herksin altında Hyundai ve Toyoto var. Bir de arabadan çok motoksilet var.

3-Ucuz bir ülke değil ama pahalı da değil . Hemen hemen herşey bizim ülkemiz ile aynı fiyatlar.

4-Alışveriş için çok büyük umutlarla gittiğimiz ama hayal kırıklığına uğradığımız doğrudur. Her şey çok kalitesiz ve beş para etmez.

5-Alışverişin olmazsa olmazı mutlaka pazarlık yapacaksınız. Size denilen fiyatın ¼ fiyatını verip pazarlığa başlamanızı öneririz.

6-Etrafınızda devamlı size bir şeyler satmak isteyecek satıcılar olacak, bir süre sonra inanılmaz bunalıyorsunuz.

7-Dünyanın en sıcak ülkelerinden biri olan Bangkok’ a yanınızda bol bol tişört götürün.

8-Jet-lag etkisini birkaç gün hissediyorsunuz.

9-Tuk tuklardan uzak durun. En hesaplı ulaşım taksi ama binmeden önce mutlaka pazarlık yapmayı unutmayın

10-Taksiden sonra en ucuz şey Thai masajları. Otellerin dışında, masaj yapan bir sürü dükkan görebilirsiniz. 1 saatlik ayak masajını 200 baht yani 15 TL’ ye yapıyorlar ve fazlasıyla hakkını veriyorlar.